1984- George ORWELL

Yayınevi: Can Yayınları

1. Baskı tarihi:1984

Baskı sayısı: 54.baskı

Çeviri: Celal Üster

Sayfa sayısı: 350


George Orwell’ in 1948 yılında tamamladığı roman, Dünya’ da üç büyük devletten biri olan Okyanusya’da geçen olayları anlatmaktadır. Okyanusya her şeyi bilen, gören baskıcı bir iktidar tarafından yöneltilmektedir. İngsos (İngiliz sosyalizmi) partisinin lideri büyük biraderdir. Toplum iç parti üyeleri, dış parti üyeleri ve proletarya(işçi sınıfı) oluşmaktadır. İç parti üyelerinin ve dış parti üyelerinin kendince hakları vardır ancak parti tarafından sürekli izlenmekte yaptıkları her hareketten yazılı olmayan kanunlar tarafından sorumlu tutulmaktadırlar. Proletaryalar ise baskı kurulmayan, izlenmeyen, parti tarafından önemsenmeyen kesimdir ve toplumun %85’ini oluşturmaktadır. Parti üyelerine nazaran istediklerini yapmakta özgür olan bu kesim belki de bu yüzden parti için tehlike teşkil etmemektedirler. Politik anlamda partinin tek rakibi, tek muhalif taraf ise Emmanuel Goldstein’dir. Bir zamanlar Büyük Birader ile aynı saflarda yer almış ancak bir süre sonra fikir ayrılığına düşerek parti aleyhine tutum izlemiştir. Ayrıca bir yer altı örgütünün lideri olan Goldstein’in parti tarafından yasaklanmış, parti karşıtı kitabı bulunmaktadır.

    Romanın başkahramanı, Winston Smith baskıcı iktidara içten içe karşıt fikirleri olan dış parti üyesi bir memurdur. Winston Büyük Birader’ den ve partinin tutumlarından ölesiye nefret etmektedir. Önceleri bu nefreti kendi düşüncelerinde yaşarken, daha sonra bir çılgınlık yapıp günlük tutmaya karar verir. Okyanusya da günlük tutmak yazılı olmasa da görünmez yasaklardandır. Winston’un hikayesine Julia dahil olduğunda ise olaylar iyice kontrolden çıkmıştır. Çünkü Okyanusya’da ikili ilişkiler ve cinsellikte yasaklanmıştır. Okyanusya’ da yaşanan her şey parti çıkarlarının lehine olduğu sürece yasaklanmamıştır. Winston ve Julia ise partiye rağmen ilişkilerine devam ederler. Winston günlerini Goldstein’in kardeşlik örgütünün gerçekte var olup olmadığını merak ederek, sorgulayarak geçirmektedir. Sonunda o fırsat partinin üst kademedeki üyesi olan O’Brein tarafından Winston ve Julia’ a sunulur. Winston ve Julia teklifin bütün şartlarını kabul ederler, ve O’Brein Goldstein’in yazdığı yasaklanan kitabı okuması için Winston’a ulaştırır. Sonunda parti üyeleri tarafından yakalanan Winston ve Julia çeşitli fiziksel ve psikolojik işkencelere maruz kalırlar. Her şey bittiğinde Winston Büyük Birader’i çok seviyordur. Hatta sonunda 2+2=5 eder. Hadi canım 2+2=4 eder  5 eder mi hiç dediğinizi duyar gibiyim. Evet 2+2=3 ' de eder 5'de. Özgür değilseniz kaçla kaçın toplamının ne ettiğinin ne önemi var. Sizi himayesi altında tutanlar ne diyorsa o doğrudur öyle değil mi? Sanırım bir toplumun karabasanı bu olsa gerek... Karabasan bu işte, düşüncelere hükmetmek sözcüklere hükmetmek söylediklerine hükmetmek ve bunu yaparken insanların bunu isteyerek yaptıklarına inandırmak.

    Tarihin an ve an değiştirildiği, yalan ve gerçeğin ayırt edilemediği, çocukların anne ve babalarını düşünce polislerine gammazladığı, sürekli tele ekranlar tarafından izlenilen, uykuda ya da uyanıkken yüzünde oluşan her bir ifadeden sorumlu tutulan, duyguların yok edildiği ve her an buharlaştırılma korkusuyla yaşanılan bir Dünya’da ne kadar yaşanılabilir ki? Kurgusuna hayran kaldığım kitaptan geriye bir ok soru işareti kaldı. Gerçekten Büyük Birader var mıydı? Ya Goldstein, ya gerçekten Avrasya ya da Doğuasya ile süregelen bir savaş söz konusu mu? Dünya’da üç büyük devletin olduğunu varsayarsak, aslında hiç biri de diğeriyle bir savaş halinde değil, savaş iktidarda olan parti tarafından korkutma sindirme ve savaşla birlikte varlığını devam ettirmek için yürütülen bir oyun. Büyük Birader’in de gerçekte var olduğu kimse tarafından bilinmemekte öyleyse bunu da partinin yarattığı bir lider olarak düşünebiliriz. Goldstein ve kitabı ise aynı şekilde parti tarafından ortaya atılmış bir balık avı olarak düşünebiliriz. Parti kendi çıkarıyla ters düşen kişileri bulup çıkarmak adına sahte bir muhalif taraf yaratıp ona inanan kitleyi suçüstü yakalamak için yaratılmıştır.


Kitapta birçok satırın altını çizdim kenarını katladım ama beni en çok serseme çeviren şey ise çoğu duygunun içiçe geçmiş olmasıydı. Aptallıkla akıllı olmanın iç içe geçmiş olmasıydı, geçmişle geleceğin, gerçeklikle sahteliğin, yalan olanın doğru olanla sürekli iç içe geçmesini hissettim okurken.Tüm olanlar dev halkalar halinde birbirinin kesişim kümesi gibiydi.

Kitaptan alıntı;
"Yenisöylem'in tüm amacının, düşüncenin ufkunu daraltmak olduğunu anlamıyor musun? Sonunda düşüncesuçunu tamamen olanaksız kılacağız, çünkü onu dile getirecek tek bir sözcük kalmayacak. gerek duyulabilecek her kavram, anlamı kesin olarak tanımlanmış, tüm yan anlamları yok edilmiş ve unutulmuş tek biz sözcük ile dile getirilecek. On birinci baskı'da bu hedefe şimdiden yaklaştık sayılır. ne ki bu işlem bizler öldükten çok sonra da sürecek elbette. Sözcükler her yıl biraz daha azalacak, bilinç alanı her yıl biraz daha daralacak..." 

Çok fazla şey yazılabilir savaşlar ve politika hakkında ama kitabı okurken hep aynı cümle dilimde dolandı. Başka bir George'un dedikleri...

"Barışı sağlamak isterseniz politikacıları öldürün yeter, halklar birbirleriyle anlaşır."




                                                                       

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Neden Adı Köşe?

Nietzsche Ağladığında- Irvin D. YALOM